top of page

PİR SULTAN

 

 

 

 

 GAVSU'L AZAM HAZRETLERİ

ABDÜLKADİR GEYLANİ

Abdülkâdir Geylânî (k.s.)’nin baba tarafından nesebi şu şekilde Hz. Ali (r.a.)’ye ulaşmaktadır: “Abdülkâdir b. Ebî Sâlih Mûsâ Cengî-dost b. Ebî Abdillâh b. Yahyâ ez-Zâhid b. Muhammed b. Dâvûd b. Mûsâ b. Abdillâh b. Mûsâ el-Cûn b. Abdillâh el-Mahz el-Mücell b. Hasan el-Müsennâ (v. 97 veyâ 99/715 veyâ 717) b. Hasan (2-49/624-672) b. Alî b. Ebî Tâlib el-Murtazâ (v. 17.09.40/4.01.661) .

Bu şecereye göre Hz. Hasan (r.a.) soyundan geldiği için Abdülkâdir Geylânî (k.s.) şerif olarak kabul edilmiştir.

Tâdifî, Abdülkâdir Geylânî (k.s.)’nin anne tarafından dedesi Savmaî’nin Hüseynî olduğunu belirtir. Alî el-Kârî de Abdülkâdir Geylânî (k.s.)’nin anne tarafından Hz. Hüseyin (r.a.)’e ulaşan şu silsileyi vermektedir:

Abdülkâdir Geylânî b. Ummi’l-Hayr Emeti’l-Cebbâr Fâtıma bint Abdillâh es-Savmâî ez-Zâhid b. Ebî Cemâliddîn Muhammed b. Mahmûd b. Ebi’l-Atâ Abdillâh b. Kemâliddîn îsâ b. el-lmâm Alâiddîn Muhammed el-Cevvâd b. el-Imâm es-Seyyid Alî er-Rızâ (v. 203/818) b. el-lmâm Mûsâ el-Kâzım (v. 183/799) b. el-lmâm Ca’fer es-Sâdık (v. 148/765) b. el-lmâm Muhammed el-Bâkır (v. 114/733) b. el-lmâm Zeyni’l-Âbidîn Alî (v. 95/713) b. el-lmâm eş-Şehîd Ebî Abdillâh el-Hüseyin (3-49/624-670) b. Emîri’l-Mü’minîn Alî el-Murtazâ (v. 40/661) (radıyallâhü anhüm).

Bu silsileye göre de mezkûr kaynaklar Abdülkâdir Geylânî (k.s.)’nin seyyid olduğunu belirtirler.

Fütûhu’l-Gayb'ın sonunda ise bu iki şecere dışında diğer üç halîfeye ulaşan şecereler verilmektedir.

Ancak, yukarıdaki Hz. Hasan (r.a.) soyundan Hz. Peygamber (s.a.s.)’e ulaşan şecerenin sahîh olmadığı, bunun ilk defâ Abdülkâdir Geylânî (k.s.)’nin torunu Nasr b. Ebl Bekr tarafından iddiâ edildiği şeklinde fikirler ileri sürülmüştür. Bu konuya ilk defâ geniş bir şekilde temas eden kişi ise Takıyyeddîn Abdurrahmân el-Vâsıti (v. 744/1344) olmuştur. Vâsıtî, Abdülkâdir Geylânî (k.s.)’nin şerifliği husûsuna şiddetle karşı çıkar. Çünkü ona göre hiçbir nesepci (nessâbe) böyle bir beyanda bulunmamıştır. Dolayısıyla bu iddiâ, delilden yoksundur.

Vâsıtî’yi tâkip eden bir diğer isim ise Alî b. Muhammed el-Karamânî el-Hanefî’dir (v. ?). O, Abdülkâdir Geylânî (k.s.)’nin nesebi ve diğer bâzı ahvâli hakkındaki şüphelerini - ya da kendi ifâdesiyle Şeyh’i kendisine yapılan iftirâlardan, özellikle de Şattanûfî’nin Abdülkâdir Geylânî (k.s.) hakkında ortaya atmış olduğu gerçek dışı bilgilerden temizleme gayretini- hâvî el-Hakku’z-zâhir fî şerhi hâli’ş-Şeyh Abdilkadir (baskı yeri ve târihi yok) isimli bir risâle yazmıştır ki, onun itirazlarının önemli bir bölümünü Abdülkâdir Geylânî (k.s.)’nin şerifliği husûsu oluşturur. Ebû Abdillâh Muhammed el-Mekkî ise es-Seyfü’r-rabbânî fî unukı’l-mu’tenz ale’l-Gavs el-Glânî (Tunus 1310 h.) isimli risâlesinde, Karamânî’nin görüşlerine sert bir şekilde cevap vermiştir.

Hânsârî de eserinde bu konuya girerek, Abdülkâdir Geylânî (k.s.)’nin nesep şeceresini verdikten sonra, onun şerîf olmadığı husûsunda ileri sürülen delilleri tartışır. Fakat bir netîceye varamaz.

Muâsır araştırmacılardan Hasan Câf ise Mumammed Emîn’in Riyâzu'l-besâtîn isimli eserinden eksik bir silsile nakleder ve Hz. Alî (r.a.) ile Abdülkâdir Geylânî (k.s.) arasındaki şahısların sayılarının azlığını ileri sürerek, bu konudaki şüphesini dile getirir. Oysa onun verdiği silsilede Dâvûd’un oğlu olan “Muhammed” yoktur. Aradaki şahısların azlığı ise şecerenin uydurma olduğu husûsunda yeterli bir delil teşkil etmez. Zîrâ uydurmacıların en başta dikkat edecekleri husus bu olsa gerektir. Annesinin, Abdülkâdir Geylânî (k.s.)'yi altmış yaşında iken dünyaya getirdiği göz önüne alınırsa bu şüphe daha da zayıflar.

Yine bâzı kaynaklar “cengî-dost” tâbirinin Farsça olmasını delil kabul ederek Abdülkâdir Geylânî (k.s.)'nin Hz. Alî (r.a.) soyundan, daha doğrusu Arap soyundan gelemeyeceğini öne sürerler.

Bizim kanâatimize göre, bir insanın yetişmiş olduğu bölgenin diliyle lakaplanması onun nesebini tesbit etmeye yetmez. Meselâ, İslâm târihi araştırmacılarından Ömer Fârûk, Emevî iktidârına karşı Abbâsîlerin göstermiş olduğu mücâdelede ve ihtilâlde önemli rol oynayan ve Horasan’a gönderilen 12 nakîbin milliyet konusunu işlerken bu husûsa da değinir. Horasan’a gönderilen bu nakiplerden bâzılan Farsça lakaplarla anılır. Ancak Ömer Fârûk’a göre Farsça lakaplara bakarak, mezkûr nakiplerin Fârisî olduğuna hükmetmek mümkün değildir. Zîrâ pek çok Arap kabilesinin İslâm âleminin değişik bölgelerine -hâsseten de Horasan’a- göç ederek, oralan kendilerine yurt edindikleri bilinen târihî bir vâkıadır. Bu sebeple de meselâ Horasan’da yaşayan insanların tamâmının Fârisî olduğunu iddiâ etmek târihî hakikatlerle bağdaşmaz. 

Magrib Kâdirî şerifleri hakkında önemli bir eser olan Neşru’l-mesâni'nin müellifi Muhammed b. et-Tayyib el-Kâdirî de “cengî-dost”un Farsça’da “şânı yüce, kudreti büyük” mânâsına geldiğini söyledikten sonra “Arap memleketlerinden Acem bölgelerine göçenlere, bilhassa da Ehl-i Beyt’ten olanlara Farsça isimler verilmiştir” diyerek, örnek olarak Farsça lakap almış bâzı kişilerin Hz. Ali (r.a.)’ye ulaşan soy şecerelerini verir.

Kaldı ki, bu hususta İslâm târihi araştırmacılarından Nâhide Bozkurt’un şu fikirlerine biz de aynen iştirak ediyoruz:

‘‘İsimlerden hareket edilerek şahısların etnik kökeni hakkında objektif bir sonuca varılamaz. Çünkü kültür etkileşimi sonucunda milletlerin birbirlerinin isimlerini kullanmaları târihin her döneminde görülmüş bir olgudur.”

Şeyh Zerrûk’un dediği gibi “nesepte aslolan dindir”. Yâni insanlar soy ve sülâleleri ile değil, dînî yaşayışları ile, ahlâk ve faziletleri ile değerlendirilmelidir. Abdülkâdir Geylânî (k.s.)’nin “Allah ve Nebisi katında sahih nesepliler ehl-i takvâdır” sözü bu hususta dikkate değerdir. Bizim kanâatimiz erdemlilikte nesebin ilk sırayı teşkil edemeyeceği, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in getirdiği dîne yapılan hizmetin İslâmî ölçüler içerisinde her şeyin önünde geleceğidir.

Prof. Dr. Dilâver Gürer

Kaynak: http://www.meviza.com/gavsulazam/soyu/

bottom of page