top of page

PİR SULTAN

 

 

 

 

 GAVSU'L AZAM HAZRETLERİ

ABDÜLKADİR GEYLANİ

Târihte ün yapmış kişilere çeşitli lakapların verilmesi bir gelenek hâlinde devam edegelmiştir. Husûsan bizim târihimiz de bu konunun örnekleri ile doludur. Soya, sülâleye yakın alâka duyan Arap toplumunda ise bu özelliğin zirveye ulaştığını görüyoruz. Meselâ, bilhassa ilim sâhasında adı geçen herkesin, şemseddin, necmeddin, kemâleddin, seyfeddin v.b. gibi dîne muzâf kelimeler ile sıfatlandırıldıklarını görmekteyiz. Aynca kişiler kesbettikleri makam ve mevkiye göre değişik pek çok sıfatlar da elde etmektedirler.

Bu cümleden olarak Abdülkâdir Geylânî’ye de birçok sıfat ve lakaplar verilmiştir. Bunlardan bâzıları arasında “Kutbu’l-evliyâi’l-kirâm, Şeyhu’l-müslimîn ve’l-lslâm, Rüknü’ş-şeria, Alemü’t-tarika, Muvazzıhu esrâri’l-hakîka, Şeyhu’ş-şüyûh, Kıdvetü’l-evliyâ ve Üstâzü erbâbi’l-vücûd”u sayabiliriz. Ancak, bunlann dışında Abdülkâdir Geylânî’nin çok önemli üç lakabı vardır: Muhyiddin, el-Bâzü’l-Eşheb (Bâz-ı Eşheb) ve el-Gavsü’l-A’zam (Gavs-ı A’zam). Son iki sıfat hâsseten Abdülkâdir Geylânî için kullanılmış, isim belirtilmeden bu sıfatların kullanıldığı yerlerde o kasdedilmiştir. Şimdi bu lakapları ve Abdülkâdir Geylânî’ye veriliş sebeplerini teker teker inceleyelim;


1- MUHYİDDÎN

Muhyiddin, kelime olarak dîni ihyâ eden, dirilten, canlandıran gibi anlamlara gelir ve dîne hizmeti çokça geçen, hayâtını din için harcayan kimseler onunla lakaplanırlar. Abdülkâdir Geylânî dîne yapmış olduğu hizmetlerin bir karşılığı olarak, bu lakap onun hakkında ilk kaynaklardan îtibâren kullanılmıştır. Geçekten de onun, bir yandan müslümanları Kitap ve sünnete çağırarak, onlara sımsıkı sarılmalarını temin etmek ve diğer yandan pek çok gayr-i müslimin İslâm dînini seçmesini sağlamak gibi, dîne yapmış olduğu hizmetler, bu lakabı lâyıkıyla haketmiş olduğu noktasında, insanları hemfikir yapmıştır. Ancak, tasavvufun tipik bir geleneği olarak, bu lakabın Abdülkâdir Geylânî'ye verilişinin de bir olaya dayandınldığına tanık oluyoruz. Rivâyete göre, kendisine Muhyiddin denmesinin sebebi sorulduğunda Abdûlkâdir Geylâni'nin cevâbı şu şekilde olmuştur:

“521 (m. 1127) yılında bir cumâ günü, rengi bozulmuş, cılız bedenli birisiyle karşılaştım. Bana;

“— es-Selâmü aleyk, ey Abdülkâdir!” dedi. Selâmına mukâbelede bulundum. Sonra:

“—Yaklaş,” dedi. Yaklaştım.

-—Yanıma otur,” dedi. Yanına oturdum. Birden, bedeni büyüdü, yüzü güzelleşti ve rengi açılıverdi. Ben bu durumdan korktum. Bana:

—Beni tanıyor musun?" dedi.

“-Hayır,” dedim.

“-Ben dînim. Ben, senin gördüğün gibi zayıflamıştım. Allâhu Teâla beni seninle canlandırdı. Sen “Muhyiddin”sin,” dedi. Abdülkâdir Geylânî bu târihten sonra insanların kendisine bu lakap ile hitap ettiklerini belirtir.


2- EL-BÂZÜ'L-EŞHEB

“Ak doğan” anlamına gelen bu terkip, Muhyiddin lakabına nispetle, en büyük yardım edici anlamındaki el-Gavsû'l-A’zam gibi, Abdülkâdir Geylânî için ilk devirlerde yaygın bir şekilde kullanıldığına rastlayamadığımız bir lakaptır. “Bâz” Arapça’da şâhin ve doğan kuşları için kullanılan bir kelimedir. Bu kuşlar, bilindiği gibi, avlarını ustalıkla yakalamakla ünlüdür. Bu îtibarla insanlann çocuklarına doğan ve şâhin isimlerini verdiklerini biliyoruz. Tasavvufta ise bu terkib, müridlerini eğitmedeki başarısına izâfeten Abdülkâdir Geylânî için kullanılmıştır. Bâzan da bunun yerine Bâzullah (Allâh’ın şâhini) lakabının kullanıldığına tanık oluyoruz.

Demîrî’ye (v. 840/1405) göre bu lakabın ona verilmesi, Hammâd zamânına kadar dayanır. Demîrî şöyle rivâyet eder: “Abdülkâdir Geylânî, Şeyh’i (Hammâd ed-Debbâs’ı) ziyârete geldiğinde, o bir şâhin yakaladığını farketti. Karşısında duran ve tasavvuf cevherleri taşıyan bu şahsı avcılığıyla ünlü şâhine benzeterek, ona nazar kıldı. Abdülkâdir Geylânî, Şeyh’in huzürundan ayrıldı. Fakat aldığı nazarın etkisiyle tasavvufta yüksek, eşsiz makam ve mevkilere ulaştı. Bu olayın hâtırası için Abdülkâdir Geylânî zaman zaman şu beyitini terennüm ederdi:

"Ben, ağaçlarda şakıyan bülbül,
Yükseklerde ise Bâz-ı Eşheb’im”

Başka bir rivâyete göre, bu lakabı Abdülkâdir Geylânî hakkında ilk kullanan kişi Şam’da Ukayl el-Minbecî (v. ?) olmuştur.

Aliyyü’l-Kâri’ye göre ise bu lakab onun melekût âleminde yazılı ismiydi.

Abdülbâkî Gölpınarlı, Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin (v. 672/1273) Mesnevî-yi şerifi'ndeki:

"Eşsiz kır doğanda fâre huyu, oldu mu ?!..
Farelerin kusûru olur, hayvanların arlandığı bir hayvan kesilir"

beyitini şerhederken, Abdülkâdir Geylânî’ye bu lakabın, muhtemelen bu beyiti gören bir Kâdirî dervişi tarafından takıldığını ve bununla Mevlânâ’nın onu müjdelediği kanâatini uyandırmanın hedeflenmiş olabileceğini söyler.

Ancak, bu tâbir Mevlânâ’dan sonra ortaya çıkmış değil, bilakis, Araplar arasında eskiden beri kullanılan, onların yabancısı olmadığı bir tâbirdir. Şattanûfî ve Abdurrahmân es-Sincârî “el-Bâzü’l-Eşheb” lakaplı bir şahıstan bahsederler. Yine, Ahmed el-Kebîr er-Rifâî’nin şeyhi ve dayısı olan Mansûr el-Batâihî’nin (v. 540/1145) lakabı el-Bâzü’l-Eşheb'ti ve Abdülkâdir Geylânî onunla arkadaşlık etmişti. Bundan başka, Mevlânâ’dan yaklaşık 73 sene önce vefat eden İbnü’l-Cevzî, Hanbelî mezhebinin müdâfaasını yaptığı bir eserine el-Bâzü’l-eşheb (el-Bâziyü’l-Eşheb) el-Munkaz alâ muhâlifi’l-mezheb ismini vermiştir. Bu sebeple, Gölpınarlı, yukarıdaki görüşlerini menşe açısından serdedip, bu terkîbi ilk kullananın, Mevlanâ olduğunu kastediyorsa, bu açık bir yanlıştır.

Merhum Gölpınarlı, eger bu tâbirin Abdülkâdir Geylânî'ye verilişinin daha sonraları olduğunu kastediyorsa yine isâbetli görûnmûyor. Çünkü lakabı kendisi için ilk kullananın Abdülkâdir Geylâni'nin yine kendisi olduğu yukarıdaki beyitten anlaşılmaktadır. Ayrıca, bu tâbirin Abdülkâdir Geylâni hakkında kullanıldığını Şattanûfi kaydetmektedir. Mevlânâ’dan çok uzak diyarlarda yaşamış ve ondan yaklaşık olarak 40 yıl sonra vefat etmiş olan Şattanûfi'nin Mesnevi-i şerif'i görerek, bu lakabı Abdülkâdir Geylânî’ye izâfe etmesi, bize çok uzak bir ihtimal olarak görünüyor. Biraz önce belirttiğimiz gibi bu lakab onun hakkında biliniyordu. Ama yaygın bir şekilde kullanılmıyordu.


3- EL-GAVSU'L-A’ZAM 

“Gavs” lügatte yardım, iâne gibi mânâlara gelir. Tasavvufta ise ricâl-i gayb arasında zikredilen “kutup” ile eşdeğer olarak, kendisine sığınanlara yardımda bulunan, sıkıntıları bertaraf eden evliyâ kasdedilmiş ve te’lif dönemlerinden îtibâren kullanılmış bir terimdir.

Gavs ile kutup kelimeleri, ricâl-i gaybda en yüksek makam ve mertebeyi ifâde eder. Başka bir deyişle ricâl-i gaybın en yetkili kişisi için gavs ve kutup kelimelerinden herhangi birisi kullanılabilir. İkisi arasındaki fark, kaynaklarda pek belirtilmemekte birlikte, “gavs” rütbe, “kutup” da makâmı temsil ediyor olsa gerektir. Zîrâ gavs-ı âzam tâbirinin tasavvufta birden fazla kişi için kullanıldığını biliyoruz. Ayrıca “gavs”, kutupluk makamında bulunan şahsın yardıma ihtiyâcı olan kişiye yardım etmesi durumunda kendisine verilen bir sıfattır.

Bu lakabın Abdülkâdir Geylâni’ye nerede, ne zaman ve nasıl verildiğini tesbit edemedik. Ancak, tasavvufta isim belirtilmeden “gavs-ı âzam” tâbiri kullanıldığında kasdedilen şahıs tereddütsüz Abdülkâdir Geylâni olmuştur. Gerek Kâdirî dervişleri, gerekse diğer dergâhlara mensup dervişler zor durumda kaldıkları, yardıma ihtiyaç duydukları zaman Abdülkâdir Geylânî’den istiğâse ve istimdâd (yardım dilemek) için: “Meded, yâ Gavs!, İmdad, ya Pîr” diye seslenirler.

Öyle anlaşılıyor ki, bu lakabın Abdülkâdir Geylânî’ye verilmesinde, onun, sıkıntılı anlarda pek çok kişiye yaptığı yardımları ihtivâ eden rivayetler ve tasarrufunun ölümünden sonra da devâm ettiğine dâir inançlar etkili olmuştur. Hemen belirtelim ki, onun yardımının sâdece müridlerine değil, medresesinden başını uzatan kişilere dahi şâmil olduğuna inanılır.

Prof. Dr. Dilâver Gürer

Kaynak: http://www.meviza.com/gavsulazam/lakaplari/

bottom of page