top of page
PİR SULTAN
GAVSU'L AZAM HAZRETLERİ
ABDÜLKADİR GEYLANİ
(d. 470 İran Gilan - v. 561 Bağdat)
ÜSTÜNLÜÄžÜ
Gavsü'l-âzâm, Sultanü’l-evliya, Kutbu’l-aktab, Bazü’l-eÅŸheb, Gavsü's-sakaleyn unvanlı Abdülkâdir Geylânî Hazretleri çok üstün vasıflar ve seçkin özellikler sahibidir.
Seyyah olup ÅŸol âlemi ararsan,
Abdülkâdir gibi bir er bulunmaz.
Ceddi Muhammed'dir eÄŸer sorarsan,
Abdülkâdir gibi bir er bulunmaz.
Hazret-i Mevlânâ'nın; “Yücelerde nereye vardımsa o Türkmen kocasının ayak izlerini önümde gördüm.” dediÄŸi Yunus Emre, bu dizeleriyle Abdülkâdir Geylânî Hazretlerinin evliya içinde eÅŸsizliÄŸini ilan etmiÅŸtir.
Onun büyüklüÄŸünü dile getiren yalnız Yunus Emre deÄŸildir. Aktâb-ı Erbaa denilen dört büyük kutbun biri olan Ahmed er-Rufâi Hazretleri ona çok derin bir hürmetle baÄŸlıydı; yakınlarına ve mürîdlerine daima Gavsü’l-â’zâm Hazretlerini ziyaret etmelerini emreder, onu ziyaret etmeden kendisine gelenlerin ziyaretini kabul etmezdi. BaÄŸdat’a gitmek üzere kendisine uÄŸrayanlara ÅŸöyle derdi: “BaÄŸdat’a vardığınızda ilk yapacağınız iÅŸ, Abdülkâdir Efendimiz'i ziyaret etmektir. Onu ziyaret etmeden hiçbir ÅŸey yapmayın. Åžayet vefat etmiÅŸlerse mübarek kabirlerini BaÄŸdat’a varır varmaz ziyaret edin.” Yeryüzünde en geniÅŸ tarîkat halkalarından birinin sahibi Åžah-ı NakÅŸîbend Hazretleri'nin ÅŸu kıtası meÅŸhurdur:
PâdiÅŸâh-ı her dü âlem ÅŸah-ı Abdülkâdirest
Server-i evlâd-ı Âdem ÅŸah-ı Abdülkâdirest
Afitâb-ı mâhitab-ı arÅŸ u kürsi ve kalem
Nûr-ı kalb ez nûr-ı a’zam ÅŸâh-ı Abdülkâdirest
Åžeyhü'l Ekber Muhyiddin Arabî, Gavsü'l-â’zâm’ın karşılaÅŸtığı kimseleri kokusundan tanıdığını, kendisinin “ricalü’r-revayih”ten olduÄŸunu söylemiÅŸ ve Fütûhat’ta ÅŸöyle demiÅŸtir: “Velîler içinde her zamanda “Allah Teâlâ, kulları üzerinde kahredicidir” (6/18) âyetine mazhar bir zât bulunur ki, Allah’tan baÅŸka her ÅŸeye gücü yeten bir kudrete mâliktir. Bütün cesur ve bahadır kimseler ondan korkup çekinirler. Büyük dava ve iddia sahipleri o zâtın huzurunda hakkı itiraf ederler, adalet gösterirler. İşte bu yüksek makamın sahibi ÅŸeyhimiz Seyyid Abdülkâdir Geylânî’dir. Kendisinin bütün yaratılmışlar üzerindeki gücü malûm ve meÅŸhurdur. Ben o zâtla görüÅŸemedim. Yalnız zamanımızın sahibiyle buluÅŸtum. Gavs Hazretleri ondan daha üstün ve Allah katında yüce bir derecededir, öyle ki o yüce makama bu ana kadar Gavs Hazretleri'nden baÅŸka eriÅŸen kimse yoktur. Daha doÄŸrusu onun eriÅŸtiÄŸi makama ulaÅŸmak mümkün deÄŸildir.” İmam-ı Rabbanî, Mektûbat'ında Gavs Hazretleri’nin velâyet yolunun feyiz kaynağı ve vasıtası olan on iki imamın makamında olduÄŸunu, onun da on iki imam gibi bütün ümmete sonsuz feyizler dağıttığını, bu inayet ve yüce makamın ancak ona ihsan buyrulduÄŸunu yazmıştır.
Kendisinin büyük bir hürmetle baÄŸlısı ve EÅŸrefiyye tarikatının kurucusu EÅŸrefoÄŸlu Rûmî’nin onu metheden birçok ÅŸiiri vardır:
Hak katında uludur / İki cihan doludur;
EÅŸrefzâde kuludur / Pirim Abdülkâdir'in.
Geylânî Hazretleri mücahedeleri sırasında bir yıl ayaküstü ibadet etmeyi âdet edinmiÅŸti. Bir gün kendisine ferman-ı ilâhı eriÅŸti: “Ey Abdülkâdir! MeÅŸakkati seçip ayakta ibadet etmeyi âdet edinmenin sebebi nedir?” “Ey bütün gizlileri ve sırları bilen Allah’ım, zâtına her ÅŸey malûmdur. Senin sevdiklerin ve âşıklarınla yeryüzü her yanda doludur. Bunun için ayağımı uzatmaktan utanırım.” Bunun üzerine ÅŸöyle hitap geldi: “Ayağını bütün velîlerin boyunlarına koy!” Bu İlâhî emir üzerine evliyalar; “Gavsü’l-â’zâm’ın ayakları başımız ve gözümüz üstüne olsun.” diyerek boyunlarını uzattılar. Bu özel mertebesi menkıbelerinde hep dile getirilmiÅŸtir.
Uluvv-i kadr-i Abdülkâdiri evc-i ûlâdan sor,
Gubar-ı hâk-i na'linin rikab-ı evliyadan sor,
O bâz-ı serfirâzın âÅŸiyânı nerdedir bilmem,
Anı bâlâ-neÅŸîn-i bârgâh-ı kibriyadan sor.
Hem seyyid hem de ÅŸeriftir; annesi tarafından seyyid, babası tarafından ÅŸeriftir. Yani soyu, babası yönünden Hazret-i Hasan (r.a)'a, annesi yönünden Hazret-i Hüseyin (r.a.)’e yani ehl-i beyte ve Resûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) kavuÅŸur. Hak Teâlâ ile vasıtasız konuÅŸmuÅŸtur ki, en yüksek tevhid mânâları içeren bu mükâleme 'Gavsiyye' risalesi olarak elimizdedir. Resûlullah Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) ruhaniyetinin kendisine görünerek görüÅŸtüÄŸü meÅŸhurdur. Hızır aleyhisselam ile de birçok defa görüÅŸtüÄŸü muteber kitaplarda yazılıdır.
Kendisinden çıkan ilmî ve kevnî kerametler baÅŸka hiçbir velîde görülmemiÅŸtir. Muhyiddin Arabî Hazretleri bu kadar çok ve büyük kerametler göstermesini “Kün!” emr-i İlâhisine mazhar olmasına baÄŸlayarak açıklamaktadır.
Fıkıh ve hadîs ilimlerinde müctehid, tasavvufta yüksek bir evliya ve mürÅŸid-i kâmillerin en baÅŸta gelenlerinden olup tesis ettiÄŸi tarîkat fevkalade bir hızla dört bir yana yayılmış, çeÅŸitli kollara ayrılarak hemen her kıtada takip ve tatbik edilegelmiÅŸtir. Bu olaÄŸanüstü hususiyetlerin doÄŸumunda hatta doÄŸumundan da önce ortaya çıktığı görülmüÅŸtür. Babası Seyyid Ebu Salih Cengidost, doÄŸduÄŸu gece Peygamber Efendimiz'i (sallallahu aleyhi ve sellem) rüyasında gördüÄŸünü, kendisini ÅŸöyle müjdelediÄŸini anlatmıştır: “Yâ Eba Salih, bu gece Hakk Teâlâ sana mükemmel bir oÄŸul bağışladı. O benim evladımdır, rütbesi diÄŸer evliya ve kutuplardan yüksek olacaktır."
DOÄžUMU
DoÄŸduÄŸu gece 1100 oÄŸlan çocuÄŸunun doÄŸduÄŸu, hiçbir kız çocuk dünyaya gelmediÄŸi, oÄŸlanların her birinin Gavs Hazretleri'nin hürmetine kâmil velî oldukları söylenmiÅŸtir. DoÄŸumunda annesinin altmış yaşında olduÄŸu rivayetlerdendir. Hicri 470 yılının, Ramazan ayının ilk gecesinde doÄŸmuÅŸtur. Annesi daha beÅŸikteyken gösterdiÄŸi kerameti anlatarak ÅŸöyle demiÅŸtir: OÄŸlum Abdülkâdir’in doÄŸumu mübarek Ramazan ayına tesadüf etmiÅŸti. Bu ay boyunca gündüzleri ne zaman emzirmek istesem, iftar vaktine kadar asla süt emmezdi. Ancak akÅŸam namazından sonra emzirirdim. Anladım ki, Ramazan-ı ÅŸerife hürmet ediyor, oruç tutuyordu.
İkinci sene, Åžaban ayının son günleri hava çok bulutlu geçmiÅŸti, insanlar hilali göremedikleri için Ramazan ayının girip girmediÄŸini tespit edememiÅŸlerdi. Abdülkâdir’in Ramazan-ı ÅŸerifte süt emmediÄŸini bilenler bana gelip sordular. O gün imsak vaktinden beri süt emmemiÅŸti. Bunu gelenlere söyledim. Anlaşıldı ki, Ramazan-ı ÅŸerif baÅŸlamıştı."
Bunu ÅŸu beyitle kendisi de beyan eder:
“Bidayette iÅŸim, aÄŸzım dolu dolu Allah'ı zikretmekti.
Henüz beÅŸikte iken oruç tutmakla ÅŸöhret bulmuÅŸtum."
DoÄŸum tarihini belli eden ÅŸu beyit yüksek mertebelerini de belirtmektedir:
lnne bâzalllahi sultanur-ricâl
Câefî aÅŸk'ın teveffa fî kemâl
(O Allah’ın ÅŸahini, velîlerin sultanı 'aÅŸk'ta geldi, 'kemâl'de vefat etti.)
AÅŸk kelimesi ebced hesabıyla 470 tarihini, kemâl kelimesi ise doksan bir olarak ömür süresini göstermektedir. DoÄŸum yeri İran'da Gilan ÅŸehrinin Neyf (Nif) köyüdür. DoÄŸum yerine atfen Cîlânî veya Gîlânî, Türkçe’de Geylânî olarak tanınmıştır. Babası velî bir zât olan Ebu Salih Musa Cengidost olup soy ÅŸeceresi ÅŸöyledir: Abdullah bin Yahya bin Muhammed bin Musa el-Cevn bin Abdullah el-Kâmil bin Hasan el-Müsenna bin Hasan (r.a.) bin Ali Murtaza (r.a.). Annesi Seyyide Ummü’l-Hayr Emet ül-Cebbar Fâtıma, Ebu Abdullah Savmaî adlı velî olarak tanınmış bir sûrınin kızı ve kadın velîlerdendir.
Gavs Hazretleri çok küçük yaÅŸta yetim kalmış, annesi ve dedesi Savmaî'nin yanında büyümüÅŸtür. Babası ve annesinden tasavvuf terbiyesi görürken mektebe de gitmiÅŸ, ilim tahsil etmeye baÅŸlamış, Kur’ân-ı Kerim'i ezberlemiÅŸti. Ancak ilmini artırmak, bunun için de ilim merkezi olan BaÄŸdat'a gitmek için büyük bir istek duyuyordu.
BAÄžDAT’A GİDİŞİ
Bu isteÄŸini ÅŸiddetlendiren fevkalade bir hâdiseyle karşılaÅŸtı. Bir gün çift sürmek üzere bir öküzün kuyruÄŸunu tutup tarlaya giderken, hayvan dönüp dile gelerek kendisine: "Sen bunun için yaratılmadın ve bununla emrolunmadın!” dedi. Bundan korkup geri döndü, evin damına çıktı. Buradan, Nif köyündeki evinin damından Arafat’ta vakfeye duran hacıları gördü. Bunun üzerine annesine BaÄŸdat'a gidip ilim öÄŸrenmek istediÄŸini söyledi. Annesi sebebini sorunca gördüklerini anlattı. Annesi aÄŸlayarak isteÄŸini kabul etti ve babasından miras kalan seksen altının yarısını kardeÅŸine ayırıp kırk altını elbisesinin koltuÄŸunun altına dikti. Gitmesine izin verip her ne olursa olsun doÄŸruluk üzere olmasını tenbihledi, bu hususta kendisinden söz aldı. “Haydi Allah selâmet versin oÄŸlum. Alllah Teâlâ için senden ayrılıyorum. Kıyamete kadar bir daha yüzünü göremem." deyip yolcu etti.
Kendisi bundan sonrasını ÅŸöyle anlatmıştır: “Küçük bir kafile ile BaÄŸdat'a gitmek üzere yola çıktım. Hemedan’ı geçince, altmış atlı eÅŸkıya çıkageldi. Kafilemizi bastılar, kervanı soydular. İçlerinden biri benim yanıma geldi. ‘Ey fakir, senin bir ÅŸeyin var mı?’ dedi. Ben de yalan söylemek istemedim; kırk altınım var!’ dedim. ‘Nerededir?’ dedi. ‘Elbisemin koltuÄŸunun altında dikilmiÅŸtir.’ dedim. Alay ediyorum zannetti. Beni bırakıp gitti. Bir baÅŸkası geldi, o da sordu. Fakat o da bırakıp gitti. İkisi birden reislerine gidip bu durumu söylemiÅŸler. Reisleri beni çağırttı. Bir yerde kafileden aldıkları malları bölüÅŸüyorlardı. Yanına gittim. ‘Altının var mı?’ dedi. ‘Kırk altınım var.’ dedim. Elbisemin koltuk altlarını sökmelerini söyledi. Söküp altınları çıkardılar. ‘Neden bunu söyledin?’ dediler. 'Annem, ne olursa olsun doÄŸru söylememi tenbih etti. DoÄŸruluktan ayrılmayacağıma söz verdim, ihanet edemem.' dedim. EÅŸkıyanın reisi bunu duyunca aÄŸlamaya baÅŸladı ve bu kadar senedir ben, beni yaratıp yetiÅŸtiren Rabbime verdiÄŸim söze ihanet ediyorum.’ dedi. Bu piÅŸmanlığından sonra tövbe edip eÅŸkıyalığı bıraktığını söyledi. Yanındakiler de ‘insanları soymada, yol kesmede sen bizim reisimizdin. Åžimdi tövbe etmekte de bizim reisimiz ol.’ dediler. Sonra hepsi elimde tövbe ettiler. Kafileden aldıkları malları sahiplerine geri verdiler."
TAHSİLİ
BaÄŸdat'a gittiÄŸinde 18 yaşındaydı. (1095) Orada bulunan meÅŸhur âlimlerden ders almak suretiyle hadis, fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde çok iyi yetiÅŸti. Tasavvuf ilmini babası Ebu Sâlih'ten, ÅŸeyh Ebu Said Mahzumi ve Hammadi Debbas'tan almıştır. Fıkıh ve hadis ilimlerini Ebu Hattab Mahfuz, Ebu'l-Vefa, Ali bin Ukayl, Ebu Hüsevin bin Kadı Ya'la, Ebu Said el-Muharrimi (Mahzûmi), Ebu Galib bin Bâkıllâni, Ebu Said Muhammed bin Abdülkerim, Ebu Ganim Muhammed bin Muhammed, Ebu Bekir Ahmed bin Muzaffer, Cafer es-Serrac, Ebu Kâsım bin Ali, Ebu Talib bin Yusuf, Ebu Bekir Susen, Ebu'l İzz Muhammed bin Muhtar, Ebu Nasr Muhammed, Ebu Gâlib Ahmed, Ebu Abdullah Yahya ve diÄŸer âlimlerden öÄŸrendi. Zekeriyya Tebrizi gibi âlimlerden edebiyat okudu. Kısa zamanda usül, füru ve mezhebler mevzuunda geniÅŸ bilgi sahibi oldu. Bu sırada Hanbeli mezhebine girmiÅŸtir. Hocası Ebu Said kendisine Babü'l Ferec'de bir medrese tahsis etti. Burada tefsir, hadis, kıraat, fıkıh ve nahiv dersleri verdi.
Bu ders ve irÅŸad iÅŸine bir süre devam ettikten sonra birden bu iÅŸi bırakıp inzivaya çekilmiÅŸ, bu inziva müddeti yirmi beÅŸ yıl kadar sürmüÅŸtür. Bu süre içinde bütün vaktini ibadet, riyazet ve mücahedeyle geçirmiÅŸ, kırlara çıkıp Kerh harabelerinde yaÅŸamıştır. Kendisi bu zamanki durumunu anlatırken ÅŸöyle demiÅŸtir: "Yirmi beÅŸ sene kadar yalnız başıma sahralarda dolaÅŸtım. Kırk yıl yatsı namazından sonra sabaha kadar Kur'an-ı Kerim okudum. Kırk gün (ardı ardına) oruç tutup sonra iftar ettim."
Yine kendisi anlatmıştır: "Bir gün münacatta bulunurken yanıma birisi geldi. Kendisini tanımıyordum. ArkadaÅŸ olalım dedim. ‘Olur, ama muhalefet etmemek ÅŸartıyla.' dedi. Muhalefet etmeyeceÄŸimi söyledim. 'Burada bekle, geleceÄŸim.' dedi. Gitti, bir yıl sonra geldi. Aynı yerde onu bekliyordum. Bir müddet beraber oturduk. ‘Ben gelinceye kadar buradan ayrılma!' deyip kalktı gitti. Yine bir sene bekledim. Geldi; yanında ekmek ve süt getirmiÅŸti. ‘Ben Hızır’ım, bunları sana getirmemi söylediler.' dedi. Sonra, ‘Kalk, BaÄŸdat'a gidiyoruz! buyurdu. Beraber BaÄŸdat’a gittik."
Bu zamanlardaki halinden birini de ÅŸöyle anlatmıştır: “Yıllarca bir yerde durdum. Bana birisi yedirmeyince, bir ÅŸey yemeyeceÄŸim diye Allah Teâlâ’ya söz verdim. Lokma lokma aÄŸzıma koymazlarsa, su içirmezlerse kendim yiyip içmeyeceÄŸim, dedim. Kırk gün yemedim ve su içmedim. Kırk gün sonra birisi geldi. Bir parça yiyecek bırakıp gitti. Nefsim yemeÄŸe saldıracak gibi oldu. Çok acıkmış olduÄŸum halde Allah Teâlâ'ya verdiÄŸim sözü bozmayacağım.’ dedim, içimden feryat eden bir ses duydum: Açım açım!’ diyerek inliyordu. Birden yanımda ÅŸeyh Ebu Said Mahzumî belirdi. Bu sesi duyup 'Ey Abdülkâdir, bu ses nedir?' dedi. ‘Bu, nefsimin ızdırabından geliyor. Ruhum rahat içinde, Rabbimin murakabesindedir.‘ dedim. Bizim eve buyur!’ dedi. Nefsime, buradan ayrılmayacağım dedim, o sırada Hızır aleyhisselam geldi; Kalk, Ebu Said'in evine git!‘ dedi. Kalkıp gittim. Ebu Said evinin kapısında durmuÅŸ, beni bekliyordu. 'Ey Abdülkâdir, benim dediÄŸim kâfi gelmedi de Hızır aleyhisselamın söylemesini mi bekledin? dedi. Beni içeri aldı. Hazırladığı yemeÄŸi lokma lokma aÄŸzıma koydu, doydum. Sonra bana icazet ve hilafet verdi."
VAAZLARI
Ebul-Hayr Muhammed bin Müslim ed-Debbas'tan el alıp Ebu Said el-Muharrimî’nin eliyle hırka giydikten sonra meÅŸhur oldu. Yusuf el-Hemedânî cemaate vaaz etmesi için telkinde bulunuyor ama o kürsüye çıkmakta tereddüt ediyordu.
Hicri 521 yılının Åževval ayında yakaza halinde Peygamber Efendimiz'i (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Hazret-i Ali Murtaza'yı (Allah ondan razı olsun) gördü. Kendisine niçin konuÅŸmadığını sorduklarında, BaÄŸdat'ta fasih Arapça bilenler karşısında konuÅŸamayacağını söyledi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ve Hazret-i Ali (Allah ondan razı olsun) “AÄŸzını aç!” buyurarak ağızlarının suyundan verdiler. O zaman Hazret-i Åžeyh’in dili açıldı ve öyle bir vaaz verdi ki, o güne kadar BaÄŸdat ÅŸehri öyle etkili bir vaaz görmemiÅŸti. En ince mânâları büyük bir belâgatle ifade etmeye baÅŸladı: “Fikir dalgıcı, kalp denizine dalarak maarif incisini göÄŸüs sahiline çıkarır. Dil tercümanının simsarı, celîlî makama yükselmek için güzel ibadetleri deÄŸerli ödemelerle satın alır.”
Ondan sonra vaazlarına büyük bir alâka gösteren halk o kadar kalabalık oldu ki, medreseye sığmayıp sokaklara taÅŸtı. Bu yüzden medresenin çevresini geniÅŸletmek ihtiyacı duyuldu. BaÄŸdat halkı bu iÅŸ için seferber oldu. Fakat cemaatin mütemadiyen çoÄŸalması üzerine de açık havada vaaz etmek gerekti. Yüksek bir tepenin üstüne büyük bir kürsü koydular ve oradan kendisini takip etmeye baÅŸladılar. Vaazlarını dinlemek için yetmiÅŸ bin kiÅŸinin BaÄŸdat’a geldiÄŸi ve arka safta bulunan dinleyicilerin ön saftakiler kadar sesini rahatlıkla iÅŸittikleri rivayet edilir. KarşılaÅŸtığı kimseleri hemen tesiri altına aldığı için “Bâzullah” (Allah'ın ÅŸahini) ve “Bâzü'l-eÅŸheb” (avını kaçırmayan ÅŸahin) unvanıyla da anılmıştır.
Vaazları o kadar tesirliydi ki, coÅŸup kendini kaybedenler olur, can verenler görülürdü. Vaazında, âlim ve evliyadan zâtlar da bulunur, hepsi derin bir vecd içinde dinlerlerdi. Dört yüz âlim, onun anlattıklarından notlar tutar, izdiham, kalabalık sebebiyle birbirlerinin sırtlarında yazarlardı. Sorulan suallere gayet açık ve doyurucu cevaplar verir, fetva istemeye gelip müÅŸküllerini arz edenlerin iÅŸlerini hemen hallederdi. Derin ilim sahibi idi; on üç çeÅŸit ilimde ders verirdi. Onun meclisinde, yaptığı kötülüklere tövbe eden, piÅŸman olan yol kesiciler, katiller, fâsıklar, itikadı bozuk ve sapık olanların yanı sıra Yahudi ve Hıristiyanlara da rastlanırdı. Rivayete göre beÅŸ binden fazla Yahudi ve Hıristiyan Müslüman olmuÅŸ, yüz binden fazla eÅŸkıya, onun vasıtasıyla tövbe etmiÅŸtir.
ETKİLERİ
BeÅŸinci asrın sonunda, tasavvufun en büyük siması ve hemen bütün tarikatlarda baÅŸbuÄŸ kabul edilen Geylâni Hazretleri'nin meydana çıkıp Kadiriyve tarikatını tesis ederek tarikatlar devrini baÅŸlatmasıyla İslâm, insanları yeniden diriltecek tebliÄŸcisine kavuÅŸmuÅŸtur. Onun insanların ruhlarına, düÅŸüncelerine hitab eden daveti, bütün İslâm toplumunu etkilemiÅŸ, ölü düÅŸünce ve ruhlar yeniden canlanarak, toplum içinde üstün bir ahlâk ve fazilet hareketi baÅŸlamıştır. Gavsu’l Azam’ın yetiÅŸtirdiÄŸi yüzlerce halîfe ve binlerce talebe, İslâm’ı geniÅŸ bir coÄŸrafyaya yaydılar. Tarikatı Ispanya'ya, Gımata’nın düÅŸuÅŸü üzerine de Fas'tan baÅŸlayarak bütün Afrika’ya yaydılar. Hindistan’da, Çin'de ve Endonezya'da İslâm’ın yayılmasında yoÄŸun çaba harcadılar.
Doksan bir yılık hayatının yetmiÅŸ üç yılı BaÄŸdat’ta geçti. Bu dönemde Abbasi halifelerinden beÅŸ tanesinin hilafetine ÅŸâhid oldu. Bütün ömrünü halkı irÅŸadla tüketti. Hak uÄŸrunda kuvvetlî bir mücadele verdi. Halife ve idarecileri tenkid etti, ÅŸirk ve bid'atle savaÅŸtı, cahiliyet ve nifakla mücadele etti.
Halife Muktazi Li-emrillah, Ebu’l-Vefa'nın yerine İbn Muzhim el-Mezâlim diye meÅŸhur olan Yahya b. Said b. Yahya b. el-Muzafler'i kadı tayin edince Gavs Hazretleri minbere çıkıp ÅŸunları söyledi: "Müslümanların başına zalimlerin en büyüÄŸünü kadı olarak tayin eden sen, yarın merhametlilerin en merhametlisi önünde nasıl hesap vereceksin?"
Bunun üzerine halife titreyip aÄŸlamaya baÅŸladı ve o an yeni tayin ettiÄŸi kadıyı vazifesinden aldı. Sultanların peÅŸinden ayrılmayan, onlara yaltaklanmak suretiyle zulümlerine ortak olan resmi ulemaya ÅŸiddetle karşı koydu. Onlara ÅŸöyle diyordu: "Siz neredesiniz, gerçek âlimler nerede? Ey ilim ve amel hainleri! Ey Allah ve Resulünün düÅŸmanları! Ey Allah kullarının yol kesicileri! Siz açıkça zulüm ve nifak içerisindesiniz. Bu nifak ne zamana kadar devam edecek? Ey âlim ve zâhid geçinenler! İdareciler ve sultanlardan dünya metaının zevk ve lezzetini alıncaya kadar münafıklık mı yapacaksınız? Siz ve asrımızın birçok idarecileri! Allah'ın malında ve kullarına verdiÄŸi nimetlerde ihanet içerisindesiniz. Ey Allah'ım! Ya münafıkların ÅŸehvetini kır, onları ıslah eyle veya yeryüzünü onlardan temizle..."
Bir gün gönlüne Hanbeli mezhebinden baÅŸka bir mezhebe geçeyim diye bir düÅŸünce geldi. O gece rüyasında Resul-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz'i ashabıyla birlikte toplanmış bir halde gördü. İmam Ahmed Hanbeli, orada kendi sakalını eliyle tutmuÅŸ, Pegamber Efendimiz'e (sallallahu aleyhi ve sellem) ÅŸöyle rica ediyordu: "Ya Resulullah! Evladınız Muhyiddin Abdulkadir'e emir buyurunuz, benim gibi zayıf bir ÅŸeyhi himaye eylesin." Efendimiz tebessüm ederek; "Ey Abdulkadir! Åžeyhin dileÄŸini kabul et." buyurdular.
Ertesi gün Gavsu'l Azam, Hanbeli camiinde namaz kıldı. O gün camide imamdan baÅŸka cemaat yokken, Gavsu'l Azam Hazretleri'nin bulunması sebebiyle o kadar cemaat geldi ki, boÅŸ yer kalmadı. EÄŸer Gavsu'l Azam Hanbeli camiinde hazır bulunmasaydı, Hanbeli mezhebi son bulurdu, denmiÅŸtir.
ÖZELLİKLERİ
Gavsu’l Azam Hazretleri uzun boylu, geniÅŸ omuzlu, açık alınlı, pehlivan yapılı, buÄŸday benizli idi. Saçlarını omuzlarını örtecek kadar uzatırdı. Sesi gür ve heybetliydi. Çok güzel giyinir, talebeleri dâhil kimseden bir ÅŸey kabul etmezdi. Küçük çocuklarla, kölelerle sohbet eder, fakirlerle oturup kalkardı.
Gavsu'l Azam Allah Teâlâ'nın tecellisinin gereÄŸi olarak bazen büyük bir celâl ve celâdetle, azim kelâm denilen üslupla konuÅŸurdu.
Behcetü'l Esrar adlı kitapta Åžeyh Necibüddin Suhreverdi'nin ÅŸunları anlattığı yazılıdır: "Bir gün Åžeyh Hammad bin Müslim Debbas (k.s.)’ın yanındaydım, Gavs Hazretleri de oradaydı Gavs Hazretleri kelâm-ı azimle konuÅŸuyorlardı. Åžeyh Hammad bir ara sordu: 'Ey Abdülkâdir, ÅŸaşılacak kadar büyük kelâm ediyorsunuz, İlâhî cezadan korkmuyor musunuz?'
Gavs Hazretleri mübarek avucunu ÅŸeyhin göÄŸsüne koyarak;
'Yâ Hammad, avucuma kalp gözüyle bak; yazılı olanı gör.' buyurdu. Åžeyh bir an dikkat ettikten sonra: 'Ey Gavsul' Azam, avucunuzda İlâhî mekr ile mekr buyrulmayacağınıza dair Cenâb-ı Hakk’tan yetmiÅŸ adet vesika almış olduÄŸunuzu görüyorum. Azim kelâm etmenizde beis yoktur.' deyip "Bu Allah'ın fazlıdır, dilediÄŸine verir." mealindeki âyeti okudu.
Aynı kitapta ÅŸunlar anlatılmıştır: Åžeyh Sıddıkatu'l-Bagdadi Gavsü’l Azam Hazretleri'nin medresesine geldi. Gavs Hazretleri büyük bir cemaate vaaz vermek için kürsüye çıkmıştı. Fakat konuÅŸmadan duruyor. Kur'ân okumayı da emretmiyordu. Böyleyken cemaati büyük bir vecd kapladı. Bunu gören ÅŸeyh Sıddıkatu'l BaÄŸdadi gönlünden dedi ki: "Gavsu'l Azam Hazretleri konuÅŸmadı, Kur'an da okunmadı. Acaba bu vecdin sebebi nedir?" Gavsul' Azam Hazretleri, kürsüden bu ÅŸeyhe ÅŸöyle buyurdu: "Ey ÅŸeyh, Beytü'l Makdis'ten bir mürid bîr adımda geldi, huzurumda tövbe eyledi. O müridimin ÅŸerefiyle vecde geldiler." Bu defa ÅŸeyhin gönlünden ÅŸöyle geçti: "Mademki o mürid bir adımda Beytü'l Makdis'ten BaÄŸdat'a gelebilecek bir mertebe bulunuyor, öyleyse neden tövbe için Gavsu'l Azam Hazretleri'ne muhtaç oluyor ?" Gavsu'l Azam Hazretleri ÅŸöyle buyurdular:
"Åžeyh, düÅŸündüÄŸün gibi deÄŸildir; ilahi muhabbet yolunu öÄŸrenmek için velayetime ÅŸiddetle muhtaçtır. Ey ÅŸeyh, benim kılıcım meÅŸhurdur, yayım gerilmiÅŸ, okum yaydan fırlamıştır ve hedefini ÅŸaşırmaz. Atım eÄŸerlidir. Ben Allah’ın tutuÅŸturulmuÅŸ ateÅŸiyim (narullahi mu'kadeh). Ben halleri deÄŸiÅŸtirenim, kıyısı olmayan bir denizim, zamanın rehberiyim. Benden baÅŸkalarında konuÅŸanım (Benden baÅŸkasında söyleyiciyim). Ben korunmuÅŸum, dikkatleri çekenim. Ben hoÅŸnut olanım. Ey oruç tutanlar, ey geceleri devamlı namaz kılanlar, ey daÄŸ gibi büyük velayet sahipleri, daÄŸlarınız dümdüz olmuÅŸtur. Ey halvet hücrelerinde uzlette olanlar, hücreleriniz yıkılmıştır. Allah'tan gelen emre yüzünüzü dönünüz; ben Allah'tan gelen emrim. Ey Hakk yolunun kadın ve erkek yolcuları, ey bahadırlar, ey çocuklar, geliniz ve sahili olmayan denizden alınız. Ey azîz Allah! Sen birsin, Kebir'sin, Cebbar ve Mütekebbir’sin. Ben hakîr, fakîr ve zelilim. Senden baÅŸka ilâh yok. Gece ile gündüz arasında yetmiÅŸ kere bana; 'Seni kendim için seçtim.' ve 'Benim gözetimimde yap' denir. Bana; 'Ey Abdulkadir! KonuÅŸ, sen dinlenirsin, senin üzerindeki hakkım için iç; sen emniyettesin!' denir.
Gavsu'l Azam Hazretleri medreselerindeki kürsü üzerinde ÅŸöyle buyururlardı: “Her bir velî, bir peygamberin kademi üzerindedir. Ben, ceddim Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) kademi üzerindeyim. İnsan için ÅŸeyhler vardır, cinler için ÅŸeyhler vardır. Ben ise hepsinin ÅŸeyhiyim."
TARİKATI
BilindiÄŸi gibi tarikat, insan ruhunun terbiye ve irÅŸad ile dış âlemden ilgisinin kesilmesi, bu sayede Hakk'a vusulün gerçekleÅŸmesinin yoludur. “Bîatü’r-Rıdvan” mukavelesinin ÅŸeyh ve mürid arasında teyidi mahiyetinde bir baÄŸlantı ile baÅŸlayan irÅŸadın esası zikrullaha dayanır.
Zikir hafi ve cehrî olmak üzere iki çeÅŸittir. Hafi olan Hazret-i Ebubekir'den (Allah ondan razı olsun), cehrisi ise Hazret-i Ali'den (Allah ondan razı olsun) devam edegelen usûldür. Kâdiriyye tarikatındaki zikir, cehrî zikirdir. Hazret-i Risalet-penâh (sallallahu aleyhi ve sellem) Ali Murtaza'yı huzurunda oturtup "Gözlerini yum ve sükût eyle, üç kere ben zikredeyim." buyurup “Sağına meyleyle cehr ile Lâ ilahe illallah de ve soluna meyleyle, yine cehr ile Lâ ilahe illallah! de" diyerek zikir telkin etmiÅŸlerdir.
Kâdiriyye tarikatında ÅŸeyh ile mürid arasında akdedilen ve mubayaa denilen anlaÅŸmada, müridin yapacağı zikir usûlü kendisine tarif edilir. Åžaka dahi olsa yalandan kesinlikle kaçınması tenbih olunur. Tarikatının esaslarını, Gavsu'l Azam, oÄŸlu Seyyid Tacüddîn Abdürrezzak’a vasiyetinde ÅŸöyle belirtmiÅŸtir: “OÄŸlum, Cenâb-ı Hakk sana ve kardeÅŸlerine ve bütün Müslümanlara tevfikler ihsan buyursun. Sana vasiyet ederim ki Cenâb-ı Hakk'a teslim ol ve baÄŸlan, emirlerine uy, yasaklarından çekin. Åžeriatın emirlerine, hükümlerine son derece özen göstererek riayet et. Bizim tarikatımız Kur'ân-ı Kerîm'e ve sünnet-i seniyyeye dayanır, cömertlik, göÄŸüs selâmeti, eziyetlere tahammül, tarikat kardeÅŸlerinin verdiÄŸi zorlukları bağışlama üzerine kuruludur.
DerviÅŸlerle beraber ol, onları daima meclisine getir, gönüllerini hoÅŸ et, onları sevindir. Åžeyhlere hürmet et, kardeÅŸlerine iyi davran, arkadaÅŸlarınla iyi geçin, hatırlarını kırma. Küçüklere ve büyüklere öÄŸüt ver, herkese iyi nasihatlerde bulunarak tarik-i müstakime ulaÅŸmalarına çalış. Husûmeti terk et, ancak din iÅŸlerindeki husûmet baÅŸkadır. FakirliÄŸin hakikati, kiÅŸinin kendi gibilerine muhtaç olmamasıdır. ZenginliÄŸin hakikati, kiÅŸinin kendi akranından bir ÅŸey beklememesidir. Tasavvuf bir haldir. Buna laf ile ulaÅŸma imkânı yoktur. Bir derviÅŸle karşılaÅŸtığın zaman onunla ilim konularına girme, iyi davranarak kalbini kazanmaya özen göster. Çünkü ilim o fakiri ürkütür, gücenmesine yol açar. HoÅŸ muamele ile ünsiyet peydâ olur.
Tasavvuf sekiz haslet üzerinedir: 1- İbrahim’in (aleyhisselam) cömertliÄŸi, 2- İshak’ın (aleyhisselam) rızası, 3- Eyüp’ün (aleyhisselam) sabrı, 4- Zekeriya'nın (aleyhisselam) iÅŸareti, 5- Yusuf’un (aleyhisselam) gurbeti, 6- Yahya’nın (aleyhisselam) sûfi elbisesi, 7- İsa’nın (aleyhisselam) seyahati, 8- Fahr-i Kâinat Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) fakrından miras kalmış faziletlerdir.
İhlâsı kendine maksat edin. İhlâsın ÅŸöyle olsun ki, halkı görmeyi bırak, Hâlık’ı görmeye bak. Sebeplerde Cenâb-ı Hakk’ı itham etme. İhtiyaç, dilek ve maksatlarda beraberlik, sevgi ve yakınlık dolayısıyla insanlardan hiç kimseye güvenme. Yaratılmışları deÄŸil, devamlı olarak Yaratıcıyı zikredip görmeye çalış. Bir iÅŸin için mukadderata boyun eÄŸ, rıza kapısına yaslan, Cenâb-ı Hakk'a yalvar, kimseye güvenme, ancak Hak Teâla'ya güven. Ne hâcetin varsa O’ndan iste. Fukaranın hizmetine üç ÅŸeyle devam et: tevazu, iyi huy ve gönül hoÅŸluÄŸu. Yani saÄŸken ölmüÅŸ gibi bir iç rahatlığı kazan, sonra bu sâfâ ile alçak gönüllü ve iyi huylu olarak fukaraya (derviÅŸlere) hizmet et.
Cenâb-ı Hakk'a en yakın olan kimse, güzel ahlâkla huyunu geniÅŸletip süsleyen kimsedir. Üstün amel, Allah’tan baÅŸkasına yönelmemektir. Fukaraya sabrı tavsiye et, Hak Teâla'yı tavsiye et. Dünyada sana iki ÅŸey yeter: evliyaya hizmet, fukaraya sevgi beslemek. Hakîkî fakîr, Allah Teâlâ’dan baÅŸkasına muhtaç olmaz. Tasavvuf ile fakr çok ciddi iki iÅŸtir, bunlara sakın ÅŸakadan, eÄŸlenceden bir ÅŸey karıştırma. İşte bunlar sana ve müridlerimden iÅŸiten ve iÅŸitecek olanlara vasiyetimdir. Allah Teâlâ sizi ve bîzi ve bütün Müslümanları bu vasiyet ve tenbihlere uymakta baÅŸarılı kılsın. Amin.”
Tarikatta baÅŸlıca umde “Teslim, sellem. (Teslim ol, selâmet bul.) olarak ifade edilmiÅŸtir.
Kâdiriyye Tarikatının Silsilesi: Åžeyh Ebu’l Hasan Ali bin Musa Rıza (k.s), Åžeyh Maruf Kerhi (k.s), Åžeyh Sırrı Sakati (k.s), Åžeynu's-Sofiyye Ebu’l-Kâsım Cüneyd BaÄŸdadi (k.s), Åžeyhü’l-Âşıkin Ebi Bekir Delf bin Åžiblı (k.s), Åžeyh Ebi Fazl Abdülvâhid Temimi (k.s), Åžeyh Ebi Ferec Tarsusi (k.s), Åžeyh Ebi Hasan Hekari (k.s), Åžeyh Ebu Said Mübarek Mahzûmi (k.s), Seyyidü’s-Sadat Kutbü’l-Vücüd’ür-Rabbani ve’l-Heykelüs-Samedânî Hazretleri, Åžeyh Seyyid Abdülkâdir Geylânî (k.s).
Maruf Kerhi (k.s) Ebu’l Hasan Ali ibn Musa Rıza Hazretleri’den el alıp halifelik etmelerine göre tarikat silsilesi silsile-i zeheb yönünden de Ali bin Ebi Tâlib (r.a.) ve Muhammed Mustafa Resûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) ulaşır.
ESERLERİ
Gavsu'l Azâm Hazretleri'nin eserleri pek çoktur. Eserlerinden birçoÄŸu vaaz ve sohbetlerinde tutulan notlardan derlenmiÅŸtir. Gunyetu't-Tâlibîn adlı eserini bizzat dikte ettikleri söylenmektedir. Belli vakitlerde okunan virdleri, kasideleri çok meÅŸhurdur. Eserlerinden bazıları ÅŸunlardır: Fütuhü’l-Gayb, Fethu'r-Rabbani, Füyûzâtü’r-Rabbanîyye, BeÅŸâirü’l-Hayrat, Cilâu'l-Hatır, Umdetü’s-Sâlihîn, Sittum Mecâlis, Divan-ı Gavsu'l A’zâm, Kur'an-ı Kerim Tefsiri...
VEFATI
Gavsu’l Azam Hazretleri 561/1165 senesi Rebiulâhir’in dokuzuncu cumartesi gecesi sabaha karşı vefat etmiÅŸtir. Vefatları yaklaÅŸtığı vakitte; “Yanımdan çekilin, gerçi zâhirde sizinle beraberim fakat hakikatte yanımda baÅŸkaları da vardır. Etrafımı geniÅŸletin, edepli durun!” buyurduÄŸu anlatılmıştır. OÄŸlu Seyyid Abdürrezzak ÅŸöyle demiÅŸtir: “Babam bu sırada ellerini kaldırıp; ‘Ve aleykümüssselâm ve rahmetullahi ve berakâtuhû tûbû vedhulû fi saf iza eciîküm.’ (Tövbe ediniz ve size geliyorum denilenlerin safına giriniz.) buyurdular.”
Vefat ederken iki defa “Allahümme refika’l âlâ.” deyip “Aleykümüsselâm eciî ileyküm.” (Size geliyorum.) dedi. Sonra “Bana kimse bir ÅŸey sormasın! Ben Allah Teâlâ’nın ilminde bir halden baÅŸka bir hale geçmekteyim.” buyurdu.
Son anlarında oÄŸlu Seyyid Abdülcebbar; “Babacığım, bedeniniz acı duyuyor mu?” diye sorunca; “Bütün uzuvlarım acı içindedir. Yalnız kalbimde hiç acı ve elem yok. Çünkü kalbim Allah Teâlâ iledir", cevabını verdi. OÄŸlu Seyyid Abdülazîz; “Hastalığınız nedir?” diye sordu. “Hastalığımı kimse bilmez, insan, cin ve melek anlamaz. Allah Teâlâ’nın ilmi, hükmü ile eksilmez. Hüküm deÄŸiÅŸir, ilim deriÅŸmez. Allah Teâlâ dilediÄŸini yok eder, deÄŸiÅŸtirir, dilediÄŸini sabit kılar. Ona yaptıklarından sual olunmaz, kullara ise yaptıkları sorulur." buyurdu.
OÄŸlu Sevvid Musa, babasının “Allah Allah!’ diyerek sesinin gittikçe azaldığını, sonra kesildiÄŸini söylemiÅŸtir. Cenaze namazında görülmemiÅŸ bir kalabalık toplandı. Kalabalık sebebiyle ancak gece defnedilebildi. Cenaze namazını oÄŸlu Abdülvehhab kıldırmıştır. Türbeleri BaÄŸdad’da Babü'd Derc'tedir,
Cenâb-ı Hakk himmetlerini üzerimizde hep hâzır ve dâim kılsın. Amin.
Tahir Gâlip Seratlı
Kaynak: http://www.meviza.com/gavsulazam/hayati/
​
​
bottom of page